Diğer
milletlerde olduğu gibi Türklerde de ilk dönem edebî ürünler sözlü olarak
başladı. Sonra yazıya geçildi. İkinci dönemde, bir başka ifâde ile İslâmiyet’in
doğuşundan 200 yıl sonra, Arabistan, İran ve Horasan’da ve diğer Türk yurtlarında
dînî ve tasavvufî edebiyat doğdu ve gelişti, bütün İslâm dünyâsına yayıldı.
Tasavvuf
edebiyatının konusu Allah’ın mukaddes varlığına bağlı hakîkatlerdir. Kökleri
Kur’ân-ı Kerîm’de ve Peygamber Efendimiz’in hadislerindedir.
Büyük ve
hakîki mutasavvıflar, Allah’ın ve Hazret-i Muhammed’in öğrettiklerine bağlı kalmışlardır.
Onlar hem iyi birer Müslüman hem de iyi birer mutasavvıftır. Onlar Allah’ın
emirleri ile tasavvufun neşvesini birleştirmişlerdir.
İslâm’ın ilk
mutasavvıfı şüphesiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimiz’dir. O’nun yolunda
ilerleyenler eserlerinde Allah’ın ve Peygamberin ismini terennüm etmişler,
emirlerini şiirleştirmişlerdir.
Hakîki
mutasavvıflara, tasavvuf şâirlerine göre varlık tektir, birdir. Bu tek varlık
da Allah’ın varlığından ibârettir.
İslâmiyet
nasıl ‘güzel ahlâk’ ise, Tasavvufun
konusu da güzel ahlâk olmalıdır. Ahmet Yesevî’de öyleydi, Hacı Bektaş-ı Velî’de
ve Yunus Emre’de, onun yolundaki Abdal Mûsâ’da, onun müridi Kaygusuz Abdal’da
da öyleydi.
Kaygusuz
Abdal, Peygamber ahlâkı ile donanmış örnek bir şahsiyetti. O aynı zamanda Türk
Tekke Edebiyatının da en önemli şahsiyetlerinden biri, hatâ bâzı bakımlardan
birincisidir.
Hacmi küçük,
muhtevâsı zengin olan bu kitap, yalnızca Abdal Mûsa ve Kaygusuz Abdal ile
alâkalı geniş bilgiler ihtivâ etmekle yetinmiyor, okuyucuya geniş kapsamlı bir
tasavvufî bilgiler ansiklopedisi sunuyor.